Son dönemlerde toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yaşanan önemli gelişmelere rağmen, cinsiyetçi söylemler ve davranışlar hala hayatımızın her alanında karşımıza çıkabiliyor. Maalesef, bu tür söylemler bazen korkunç sonuçlar doğurabiliyor. Yakın zamanda yaşanan bir olay, bu durumun ne kadar tehlikeli olabileceğini bir kez daha gözler önüne serdi. “Senin yerin mutfak” diyen erkek arkadaşı tarafından benzin dökerek yakılan genç bir kadın, toplumsal cinsiyet stereotiplerinin ve kötü muamelenin ne hale geldiğini gözler önüne serdi.
Olay, geçtiğimiz günlerde Türkiye'nin bir şehrinde meydana geldi. 25 yaşındaki genç kadın, erkek arkadaşı ile girdiği bir tartışma sonucunda, kendisinin mutfakta yer almasının gerektiği gibi bir cinsiyetçi söylemle karşılaştı. Bu söylem üzerine genç kadının tepkisi sert oldu. Ancak erkek arkadaşı, bu durumu kabul edemedi ve durumu alaycı bir dille derinleştirdi. İnsana yakışır bir ilişki yerine, cinsiyet rollerinin ön planda olduğu bir çatışma ortamı oluştu. Kısa sürede büyüyen tartışma, erkeğin belki de çok düşündüğü ama bir o kadar da korkutucu bir noktaya geldi.
Bu olayda erkek arkadaşından fiziksel ve psikolojik olarak şiddet gören genç kadın, ortamdan kaçmaya çalışırken, öfke ve despotluğuyla karşısında bulduğu erkek, ona benzin döküp ateşe verdi. Ne yazık ki, olayın ardından kadının durumu ağır olarak hastaneye kaldırıldı. Bu tür davranışların topluma mal olması önlenemediği takdirde, toplumda büyük yaralar açabileceği gerçeği gözler önüne serilmektedir.
Bu olay, sadece bir bireysel vaka değil, toplumsal bir sorunun da yansımasıdır. Kasvetli bir şekilde yaşanan bu şiddet olayı, toplumsal cinsiyet eşitliği hakkında ne kadar duyarsız kaldığımızı gösteriyor. Eğitim seviyesi yüksek olan bazı bireylerin bile cinsiyetçi ifadeleri benimsemesi, sorunun ne denli derin olduğunu kanıtlıyor. Bu durum, yalnızca mağdur olan kadınlar için değil, erkekler için de tehlike teşkil etmektedir. Çünkü cinsiyetçi söylemler, zamanla toplumsal normların değişmesine engel olmaktadır.
Bu olayın topluma yankı bulması ve sosyal medyada geniş bir yankı yaratması, hem kadın sığınma evlerinin önemini hem de toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda aktif bir şekilde kullanılması gereken eğitim programlarını gündeme getirmiştir. Sorunun köklerine inmek, topluma bu tarz yanlış davranışların ve yaklaşımların yanlış olduğunu öğretmek, haksızlıklarla mücadelede önemli bir adımdır.
Genç kadının yaşadığı acı olay, tüm topluma cinsiyetçi söylemlere karşı durulması gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. Unutulmamalıdır ki, her birey eşit haklara sahiptir ve bu hakların ihlali, hiçbir bahane ile savunulamaz. Eğitimden başlayarak, bireyleri bilinçlendirici farkındalık kampanyaları ile bu tür trajik olayların önüne geçmek hedeflenmelidir. Bu tür vahim olayların bir daha yaşanmaması için herkes üzerine düşeni, cinsiyet eşitliğinin sağlanması için yapmalıdır.
Maalesef bu olay, şiddeti, cinsiyetçiliği ve bunu besleyen düşünce sistemini ele alan daha birçok argümanın bir parçasını oluşturuyor. Tüm toplumun bu konuda ortak bir söylem geliştirmesi ve kültürel kodları değiştirme çabası içinde olması, gelecek kuşaklar için daha sağlıklı bir toplum yaratmanın temel taşlarını oluşturacaktır. Bu olayın sadece mağdur olan bireyi değil, toplumun her kesimini etkilediği unutulmamalı; kimse iyi bir kadın ya da iyi bir erkek olma yükümlülüğü altında olmamalıdır.
Son olarak, genç kadın hastanede aldığı tedavi sürecini devam ettiriyor. Hayatta kalmak için mücadele eden bu kadının sesi, umarız ki erkek şiddeti konusunda yeni nesillere bir ders olur. Ailelerin, eğitimcilerin ve toplumun geneli bu tür davranışları kabul edilemeyecek bir durum olarak görmeli ve mücadele etmelidir.